24 Kasım 2011 Perşembe

"Açık Akademik Model" Üzerine Bir Giriş


Akademi olmaması gerektiği yönde oldukça hızlı gidiyor. En başında ise kendi yarattığı yönteme ve şekle ihanet halinde. Özellikle TC için -gerçi buradaki durumu ne derece “akademi” olarak adlandırabileceğimizden de şüpheliyim ama- durum fazlasıyla acınacak halde, bu kesin.

Aslında bu konuda benzer bir tartışma yakın zamanda Radikal gazetesi üzerinden dönmüştüi ancak ben yazıya her ne kadar o tartışma ekseninde başlamış olsam da daha bağımsız olarak ilerleyeceğim. Çünkü o tarz 'sohbet'lerden zerre hazzetmiyorum. Ayrıca yazının kapsamı ilerledikçe daha da genişledi ve o konuyu biraz aştı.

Bu yazının temelini bir kavram üzerine kuracağım ve sonrasında da önümüzdeki konulara bu kavram ekseninde bakacağım: açık akademik model. Ne olduğunu ya da nasıl Bir şey olduğunu az çok biliyorsunuzdur sanırım. Bilmeyenler için kısaca özetlemek gerekirse; açık akademik model, araştırma sürecinin katkıda bulunmak isteyen herkese açık olduğu ve en başından itibaren ilgili veya bu konuda tutkulu olan herkesin katkı sunabileceği, test edebileceği ve elde ettiği sonuçlarla sürece müdahele edebileceği yöntemdir, kısaca günümüz bilimsel araştırmalarının hemen hepsinin yapıldığı şekil. Bunun temel yöntem olmasının sebebi de, birçok özelliğini bir yana bırakırsak, sağlıklı bilgi ve üretim için en doğru yol olduğunun ortada oluşudur.

Çünkü bu modelde kapalı kapılar ardında hiçbir şey yoktur, kimsenin dayatması yoktur, otorite söz konusu değildir, sansür yanından bile geçemez. Gerçek anlamıyla bilimin yapılabilmesi için en uygun koşulları verir. Diğer yoldan gitmeye kalkarsanız elde edeceğiniz manastır döneminden fazlası olmayacaktır.

Söz konusu model bilimsel eğitim için de aynı derecede geçerli bir yöntemdir. Eğitim süreci boyunca herşeyin geliştirmeye, eleştiriye açık olması; ortamda herhangi bir hiyerarşinin (hoca-öğrenci, profesör-araştırma görevlisi gibi) bulunmaması ve yardımlaşma ve karşılıklı birbirini geliştirmeye dayalı bir eksende yürüyen eğitim şekli. Tıpkı bilimin ve bilginin üretimindeki en doğru yol olduğu gibi, onun öğretilmesinde ve paylaşılmasında da en sağlıklı yoldur.ii

Eğer sözünü ettiğimiz konu; akademi, bilim, bilgi gibi kavramları içeriyorsa burada herhangi bir otoritenin, bilgi mülkiyetinin varlığından bahsetmemize zaten imkan olamaz. Akademi, bilgiyi manastırlardan, iktidarlardan kurtarmak ve özgürce üretebilmek için ortaya çıkmış bir yapıyken, onun tekrar iktidara teslim edilmesi bir yana, onun içerisinde bir iç-iktidar yaratılmasına bile izin verilmemelidir. Bilgi güçtür elbette, ancak bu gücün kişisel çıkarlar için kullanılması da en hafif tabirle ona ihanettir.

Tüm bunların ardından tekrar en başta sözünü ettiğimiz tartışmaya dönecek olursak aslında cevabı çoktan verdiğimi görürsünüz. Bir takım bilgi iktidarlarının, ellerindeki gücü kaybetme korkusundan ibarettir aslında herşey. “Usta-çırak” gibi dalga geçilecek derecede komik -başka bir laf kullanmayı çok isterdim ama...- bir fikrin akademide nasıl bir yeri olduğunu düşündüklerini hala aklım almıyor. Bilimde neyin ustalığından bahsediliyor acaba? Her an gelişmesi ve değişmesi gereken bir süreçte usta olmak ne demektir? Sadece isminin başında bir takım kısaltmalar yazması çok özel bir yetki veya zihin kapasitesinde inanılmaz bir gelişme mi sağlıyor? Özellikle de TC gibi cevap anahtarı doldurularak akademisyen olunan bir yerden bahsediyorsak eğer. Kimsenin akademiye birilerine çıraklık yapmak için gelmediği ortada -ki çıraklığı sizin nasıl yaptırdığınız da ortada.

Bu yüzden var olup olmadığı bile meçhul olan akademiye biraz nefes alanı açmamız gerekiyorsa en başta yapmamız gereken, bilginin tepesine oturarak sahte Babil Kuleleri yaratmaya çalışanlardan kurtularak başlamamız gerekecek. Akademinin ve onun evi olan üniversitelerin Babil Kulelerine değil, bilginin özgür kalmasına ihtiyacı var çünkü.
--- A.A.S.

ii“Açık Akademik Model” hakkında birçok farklı kaynak bulabilirsiniz, ancak bana özellikle yardımcı olan Ayrıntı Yay.'dan çıkmış olan Pekka Himanen'in “Hacker Etiği” isimli kitabındaki 'Akademi ve manastır' bölümü oldu. İlerleyen yazılarda yerleri geldikçe kaynakları paylaşıp, bu serinin sonunda hepsini derlenmiş bir şekilde de ekleyeceğim.

18 Ekim 2011 Salı

Kısa Kısa...

Burayı haketmediği kadar uzunca bir süredir askıda bırakmış olmanın pişmanlığıyla bir geri dönüş yazısı yazıyorum. Aslında böyle askıda kalmasının birçok sebebi var ama bence hiçbiri bahane sayılamaz. Neyse, kaldığımız yerden yola devam!

Öncelikle Akademik Terörist'in çapının biraz daha genişlemesi ve daha çok kişinin katılımı ve desteğinin oldukça önemli olduğunu belirtmem lazım. Yani yazmak isteyen, bu konularda derdi olan herkese açık bir ortam olarak kullanmak istiyorum burayı. Hen TC'de hem de olabilecek her yerde akademiyle ilgili dertleri olanlar, akademik yapıyla ilgili teorik, pratik aklında birşeyler olanlar lütfen paylaşsın, yazsın. Hatta mümkünse daha çok dışarıdan yazılsın da bir isimle sınırlı kalmasın burası.

Bu aralar "Açık Akademi Modeli" dediğimiz şeyle oldukça kafayı kırdığımdan bir süre ardarda onunla ilgili yazılar yazmayı planlıyorum. Giriş yazısını yarın eklerim büyük ihtimalle. Biraz da bu yüzden farklı konularda yazılıp, çizilmesi de güzel olur.

Ciddiye alınası bir iş olması derdindeyim buranın, ihtiyacımız var çünkü buna fazlasıyla.

Şimdilik bu kadar benden. İletişim için mail, twitter, friendfeed, google+ veya facebook'u kullanabilirsiniz.

---A.A.S.

24 Mayıs 2011 Salı

Baudrillard da kim ki zaten?



Türkiye'de zaten akademilerin, akademisyenlerin etliye sütlüye dokunmadan sadece maaşları ve egoları için çalışmalarına fazlasıyla alışmıştık. Her ne kadar böyle bir terbiyesizliğe alışmış olmamız bizim için bir ayıp olsa da, daha büyük bir ayıpla karşı karşıya olduğumuz için şimdilik onu başka bir yazıya bırakıyorum.

Bundan birkaç gün önce İzmir'deki belediye meclis toplantılarında bir tartışma yaşanmış. Kısaca özetlemek gerekirse belediyenin Baudrillard'ın 3. ölüm yıldönümü için yaptığı anma etkinliklerinin bütçesi AKP tarafından abartılarak mevcut belediyeye karşı bir saldırı aracı olarak kullanılmış. Yalnız AKP grup sözcüsü Rıza Evcim'in şu cümleleri bizi esas ilgilendiren nokta: “Jean Baudrillard’ı anma etkinliği için de 40 bin lira harcanmış. Bu Fransız düşünürü kim tanıyor? Neden biz etkinlik düzenliyoruz? Lütfen bu parayı arkadaşlarınız arasında toplayıp belediyeye iade edin. Yoksa iki elimiz yakanızda.” Konu hakkında daha detaylı bilgiyi buraya tıklayarak alabilirsiniz.

 Bu aslında Türkiye siyaset tarihinde çok alışık olduğumuz bir tavır: cahiliyetin yüceltilmesi. Buna dair birçok örneği birazcık araştırmayla görebilirsiniz. Birçok örneğini gördüğümüz bu olaylara karşı hiçkimsenin ses çıkartmıyor oluşunu da birçok kez gördük ve genelde bu tarz hikayelerin sonu ya cahiliyeti yüceltenlerin cahillerden destek toplamasıyla ya da unutulup gidilmesiyle son buluyor.

Peki özellikle bu habere dair soruyorum; yüzyılın en önemli filozoflarından biri olan Baudrillard'a karşı yapılan "Kim ki lan bu?" düzeyindeki terbiyesizliğe karşı akademiler ne yapıyor ya da ne yaptı? Hiçbir açıklama, hiçbir ses çıktı mı? Ya da çıkarmayı düşünen var mı? Yoksa yine biz maaşımızı alır, egomuzu büyütür, gerisine karışmayız tavrıyla devam etmeyi mi düşünüyorsunuz?

Sosyologlar, felsefeciler, siyaset bilimciler; yüzyılın en önemli insanlarından birine karşı yapılan bu terbiyesizliği sindirmeye bu kadar mı hazırlar? Bu kadar mı umursamaz haldesiniz? "Sosyal" bilimleri sadece sınıflara, amfilere kapatmaya bu kadar mı hazırsınız?

Eğer durum böyleyse ben tüm akademiyle bağlantımı koparmaya hazırım. Çünkü böyle bir duyarsızlıkla, böyle bir körlükle ne akademi akademi olabilir ne de sosyal bilimler dediğimiz şeyi icra etmemiz mümkün olabilir. Ve ben kişisel olarak söyleyecek olursam felsefeyi maaş için yapmak istemiyorum. Ve maaş için felsefe, sosyoloji... yapanlardan da öğrenebileceğim birşey olduğuna inanmıyorum.


Ahmet A. Sabancı

21 Nisan 2011 Perşembe

Akademi nasıl ehlileştirilir? - DİLEK KURBAN (10/03/2011)

Devlet üniversitelerinin kamu kurumu, bünyelerindeki akademisyenlerinse devlet memuru niteliği, bu üniversiteleri ‘devlet’ aygıtının doğal bir parçası kılıyor. Bu durum, üniversite yönetimlerine devletin çıkarlarını kollama, öğretim üyelerine de memur olmanın bilinciyle hareket etme görevini yüklüyor. Devlet üniversitelerindeki yöneticilerin bu görevlerini fazlasıyla benimsedikleri, akademik kadronun çoğunluğununsa terfi ettirilmeme, disiplin cezası alma ve üniversiteden uzaklaştırılma korkusuyla memuriyeti içselleştirdiği anlaşılıyor.
Seçtikleri akademisyen kimliklerini kendilerine biçilen memur sıfatının önünde tutan üniversite mensupları ise karşılarında sadece üniversite yönetimlerini değil, yargısıyla, emniyetiyle bütün bir devlet yapılanmasını bulabiliyor. Akademik unvan ve yaş küçüldükçe ve dokunulan mesele hassaslaştıkça, baskı da büyüyüp acımasızlaşabiliyor.

3 Nisan 2011 Pazar

Paylaşım ve Katkı

Blogu açan ben olabilirim ancak blog bu konuda rahatsızlığı olan, söyleyecek birkaç sözü olan ya da bu da burada olmalı diyerek tavsiyelerde bulunmak isteyen herkese açık bir ortam. Akademi üzerine her türlü eleştirinin ve yorumun yapılması, farklı bakış açıları sağlayarak sabit algıyı kırması ve aslında hiçbir zaman akademinin sahip olmadığı "özgür düşünce" kavramının bir şekilde akademiye "sızdırılması" için bir tür platform olmasını istiyorum bu blogun.

Bu konuda elinizde materyaller varsa -kendi yazdığınız ya da başkasının yazdığı- belapresente@gmail.com adresine mailleyin mutlaka. Diğer yazılara da yorum yapmaktan ve fikrinizi söylemekten kesinlikle çekinmeyin, çünkü gerçekten bir fikir paylaşımı ve tartışma ortamına ihtiyacımız var.

Eğer yeterli ilgiyi toplayabilir ve güzel bir şekle büründürebilirsek, bunu biraz daha ileriye taşıyıp taşıyamayacağımızı hep beraber oturup konuşuruz.

Şimdilik bu kadar.

- A.A.S.

2 Nisan 2011 Cumartesi

PDF Arşivi

Scribd üzerinden bu konuda yardımcı olabilecek e-kitapları, makaleleri ve broşürleri de bir araya getiriyorum. Eğer tavsiye edeceğiniz bir makale, e-kitap vs olursa çekinmeden belapresente@gmail.com adresine mailleyebilir ya da buraya yorum bırakabilirsiniz.

Arşivi görmek ve incelemek için http://www.scribd.com/my_document_collections/2947722 adresine uğrayabilirsiniz. Ayrıca sitenin sağ tarafındaki ufak bir widget ile en son eklenenleri ve değişiklikleri de takip edebilirsiniz.


-A.A.S.

"Öğrenci Hayatının Yoksunluğu Üzerine" - UNEF Strasbourg

On the Poverty of Student Life: considered in its economic, political, psychological, sexual, and particularly intellectual aspects, and a modest proposal for its remedy
by U.N.E.F. Strasbourg


Ekonomik, politik, psikolojik, cinsel ve kısmen entelektüel unsurları göz önünde bulundurularak ve durumunun iyileşmesi için mütevazı bir öneri sunularak U.N.E.F. Strasbourg tarafından hazırlanmıştır.

İlk defa 1966’da Strasbourg Üniversitesi’nde, üniversite öğrencileri ve Internationale Situationniste üyeleri tarafından yayınlanmıştır.

Öğrenci sendikasına seçilmiş olan bir kaç öğrenci, üniversitenin bütçesinden ayrılan parayla, bu metnin, 10,000 kopyasını yayınladı. Kopyalar, resmi törende, öğretim yılının başladığı ilan edilirken dağıtıldı. Daha sonra, öğrenci sendikası, acilen mahkeme kararıyla kapatıldı. Hâkimin hülasası burada yeniden belirtilmiştir.

"Öğrenimin Yerle Bir Edilişine Doğru" - Jan. D. Matthews

Toward The Destruction of Schooling

Öğrenimin Toplumdaki Görevi
Öğrenimin Tarihi
Öğrenim Teorileri
Öğrenci Hayatinin Fakirliği Üzerine Notlar
Bitiş Notları

I

Öğrenimin Toplumdaki Görevi
“Soru sorulduğunda, cevaplarla karşılık ver” – Bir Paris Grafitisi

“Sana Yazmanı Söylediklerimi Yaz”
Birçok insan, ne yapmaları gerektiğinin söylenmesinden hoşlanmazlar. Bir insanın hayatını, bir disiplinin ve ya yapının altına sokmaya çalışan herhangi bir kurum, belli bir oranda, o insanla çatışma halindedir. Ama asıl ilginç olanı, o insanın her zaman, o kurumla bilinçli bir çatışma halinde olmamasıdır. İtaatkâr olanlar ve kendi görevlerini öğrenciler olarak yürütenler, öğrenimlerinin olumsuz etkilerinin kendileri üzerindeki baskılarını göz ardı etmeye çalışırlar. Ama bu etkilenimlerin oldukça görünür olduklarını kim dürüst bir şekilde inkâr edebilir? Öğrenim aracılığıyla, öğrencilere, uyumlu bir insan [conformist] olmaları, hayalsiz olmaları, uysal olmaları ve iş dünyasında erdem olarak kabul edilen daha birçok şey olmaları öğretilir. Eğer böyle olursanız, asla kendiniz hakkında iyi şeyler hissedemezsiniz ama hayatınızın geri kalan süresi boyunca, otorite şahsiyetleri tarafından tebrik edilirsiniz. Öyle zannediyorum ki, okula karşı insanların besledikleri düşmanca hissiyatlar, okulların size yapmaya çalıştıklarını yansıtıyor. Zorunlu öğrenimin, gayet doğalmış gibi ortaya çıkarıldığı günümüz, aslında tarihi bir bağlamla ilişki içindedir; işin içindeki güçler ve hayatımızın bu kadar büyük bir kısmını neden okullarda geçirdiğimiz, sadece kullanılan amaçların ve istenilen sonuçların tarihsel nedenlerine ve bu kurumsal düzenlemelerin bireyi neden okula hapsettiğini anlamaya çalışan bir görünümle yeterince açıklanabilinir. Böyle bir görünüm, eğer okula hapsedilmiş bireyle özdeşleşirse devrimci olabilir – onların ihtiyaçları ve arzularıyla, onların sinirlilikleri ve düş kırıklıklarıyla. Öğrenimin toplumun bütününe nasıl yansıdığına ve ne tür sosyal kurumların ve ilişkilerin, bireyi bu kadar uysal yapmakla meşgul olduğuna bakmamız gerekir. Asıl mesele, birçok insanın gerçektende, yapılması söylendiği şeyleri yapmaları ve bunun sivilleşmiş toplumsal ilişkilerin bütünlüğüyle ilişkili olmasıdır.